26 Eylül 2009 Cumartesi

Eylül Öyküleri - Eylül Denizi

Attila’ya yalvarıyorum kalkıp benimle denize gelmesi için.

Bir apart oteldeyiz. Sevgili değiliz ama aynı yatakta uyuyoruz. İkimiz de bu duygularımızı en içimize gömdük sanki. Birbirimize değsek de derilerimizdeki tuzlu nemden başka şey hissetmiyoruz uyurken.

Aslında Eylül ayı tatil en için en ideal aydır, bu konuda hem fikiriz. Ama bugün bir farklı.
Hava kapalı. Deniz göklere çıkmış ama hala inemiyor. “İnmez bugün o” diyor Attila. Ben de onu tanıyorsam haklıdır.
O zaman hadi kalk, diyorum. Mayomu giydim bile içime. Havlu çantasını da aldım. Ama arabanın anahtarları onda.
Pek fazla nazlanmadan kabul ediyor gelmeyi. Suratı yine ifadesiz, yine bir şey belli etmiyor. Ne itiraz ederek beni üzüyor, ne de sahte davranıyor sevinmiş gibi yaparak…

Havadaki bulutlar sanki ikimizin içine de girmişler. Yer kaplayıp kaplamadıkları belli değil, ama sıkıntı yapıyorlar. Suskunca oturuyoruz koltuklarımızda.
Uzak bir denize sürüyor arabayı. Daha asfalt yok yolda. Taşlardan, topraklardan geçiyoruz. Araba pisleniyor ama aldırdığımız yok. Araba değil mi bu, yıkanır…
Yılanların, yabani meyvelerin arasından geçiyoruz. Her yol gibi bu yol da bitiyor. Arabayı durduruyor Attila, el frenini nazikçe çekiyor.
İn demek bu.

İniyorum. Peşimsıra o da iniyor.
Arka koltuktaki havlu çantasını ve kitabını alıyor. Bagajdaki şemsiyeyi ben almıştım zaten.

Ben kumsalda yer buldum bile, çünkü iki aile var sadece bizden başka. Hemen yerden büyükçe bir taş bulup şemsiyeyi kuma batırıyor. Kenarlarına da birkaç taşla destek yapıyor.
Havlu çantasından iki havlu çıkarıp gri renkli,güneşsiz kumlara atıveriyor. Sonra da kendini havluların üstüne. Mayo niyetine giydiği şortuyla, yıllardır hiç değiştirmediği güneş gözlüğüyle bana bakıp, gelsene diyor.
Sünger terliklerimi çıkarıp yanına oturuyorum. Güneş kremi getirmişim ama sürsem mi diye düşünüyorum. Kararsızlığımı anlamış olacak, sür, diyor. Gel dön bana sırtını diye ekliyor. Sırtımı ona dönüyorum.
Kremi yavaş yavaş yediriyor sırtıma. Ben de kollarımı hallediyorum bu arada. Yüzüme de sürdüm mü tamam.
Hala çocuk gibisin bu havada bile denize geldik ya… diyor. Ama kötü bir niyeti yok biliyorum. Attila’nın sızlanması böyle olmaz.

Hadi ben gittim,diyorum. Kalkıyorum.
Kum ayaklarımı yakmıyor. Ben de koşmuyorum. Deniz soğuk.
Ama böyle yavaş yavaş girilmez denize, birden kendini atacaksın.
Hop atıyorum! İçimde bir ateş varmış gibi serinliyorum, rahatlıyorum.
Uzaklara gittikçe Attila’yı kontrol ediyorum arada bir. Pozisyonunu hiç bozmamış, sayfalarını çevirip duruyor. Rüzgar onu kitabın başına götürmeye çalışsa da inatla okumaya devam ediyor. Sesleniyorum uzaktan. Gelsene, bari azcık yüz!
Kitabını ters çeviriyor. Üstündeki tişörtü çıkarıyor. Usul usul kumları ezip denizin kıyısına geliyor.
“Nasıl girdin ya, çok soğuk!”
Ona elimle “gel” diyorum. Birden kendini sulara bırakıveriyor. Birkaç dakika sonra yanımda.
Arkamıza bakmadan yüzüyoruz. Karşıda bir ada var. İstesem giderim diye düşünüyorum ama gidemem. Attila’yı biraz geride bırakıyorum, sonra ona tekrar yüzüyorum. Her geldiğimde farklı bir şarkı söylüyor.
Ayağıma yosun kümesi değiyor birden! İrkiliyorum, aniden ona doğru bir hamle yapıyorum. Gülüyor bana. Denizde sarılıyoruz. Islak ıslak sarılmayı seviyor o da benim gibi. Ama bu kez soğuk, daha güzel oluyor. Biraz ısınınca anlıyoruz ki, çıkmak istiyoruz.
Hadi çıkalım diyor. Şöyle bir baktıktan sonra bana, hızla kıyıya yüzüyor. Beni geçtiğinde anlıyorum bunun bir yarış olduğunu.
Hızlıca kurulandığını görüyorum. Kenara geliyor ben çıkmadan. Havluyu bana tutuyor.
Öyle kibar ki!

Hava bugün biraz farklı. Deniz göklere çıkmış ama hala inemiyor. Sahilde çay ve tost satan kadın bugün pek iş yapmamış. Kendisi de denizde yüzüyor. Oğlu onun yerine bekliyor masaların başında.
Kumlar yapışmış ayaklarımıza. Silkeleyip biniyoruz arabaya. İçi hamam gibi değil, güneş yok ki!
Yol üzerindeki büyük markete giriyoruz. Rakısını seçiyor, ben de onay verince alıyor şişeyi. Et seçiyoruz. Kıpkırmızı. Biraz da baharat alıyoruz yanına. Bir kalıp peynir. Kavun.
Pek tutmuyor aldıklarımız, otele dönüyoruz.

Bu otele yıllardır geliriz. Efe de olsaydı yanımızda her şey tam olurdu ama değil. Otelin sahibi bize iyi akşamlar diliyor, yukarı çıkıyoruz.
Duşa önce ben giriyorum, bu sırada Attila sofranın bir kısmını kurmuş bile. Saçlarımı kurutmaya lüzum yok. Duş sırası onda.
Ben de o duştayken eti kızartmaya başlıyorum. Aslında bir gün arka bahçede mangal yapsak diye düşünüyorum. Keyifli olabilir.

Duştan çıktı. Gri saçları daha da kıvırcıklaşmış duştan sonra. Çok sevimli görünüyorlar. Altına şortunu giymiş, masaya yöneliyor.

Keyfi yerinde!
Yemek yemeyi çok sevdiğini biliyorum. Özel bir keyif alıyor sanki yerken. Aslında çok da yemek yemez, zayıftır vücudu ama ağzının tadını bilir Attila…
İkişer parça et yiyoruz, yavaş yavaş. Bana dükkanda olan değişik olayları anlatıyor. Zaman da geçiyor böyle!

Bodrum’da gece dolaşacak çok güzel yerler var. Bu gece çıkasımız yok. Kasvet hala havada ama ay görünmeye başladıkça kendini bırakacak gibi oluyor bulutlar. Balkona oturuyoruz. Soframızın bir kısmını oraya taşıyoruz. Attila üstüme giyecek bir şeyler getirdikten sonra yağmur yer yüzüne inmeye başlıyor. Ayaklarımızı da uzatmışız demirlere!

Güzel bir tatil oldu bu kez. Bodrum’u seviyoruz. Efe de olsa iyi olurdu ama…
Attila bir şeyler düşünüyor,belli. Pek ses çıkartmadan kitabımı okuyorum. Defterime yolda gördüğüm pembe ağacı çiziyorum, ama kurşun kalemle çizdiğimden pembeliğini sadece ben biliyorum.

O balkonda oturmaya devam ederken ben üstümü çıkarıp yatağa gidiyorum. Çarşaflar bembeyaz. İyice serinlemişler. Yorgan niyetine pikeyi üstüme alıyorum. Uykum yok ama serin yatakta uyumak ayrı keyif.

Yarım saat sonra o da geliyor yanıma. Pikeyi hafifçe kaldırıp üstüne alıyor. Nedendir bilmem, hemen uykuya dalıyor.

Yarım saat sonra sol kolu sağ koluma değiyor. Rahatlıyorum, yalnız uyumayı özlememişim.

Yarım saat sonra uykuya dalıyorum. Bir gün daha bitiyor bizim için… Yarın neler olacağını bilmeden bir sayfayı daha çeviriyoruz, bizi kitabın başına götürmeye çalışan rüzgara inat…

5 Temmuz 09 ( 2009 da ne, uzay yılı mı?Korkunç bir sayı uzaktan!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder