27 Ağustos 2010 Cuma

aradığım his-


Aradığım bir his var, bulamıyorum. Zamanla aşınmış pencere kenarlıklı bir evde.
Aradığım bir his var, takip etmeye çalışıyorum. Otuz katlı bir apartmanın penceresinden kendisini atıveriyor. O kadar önemsiz ki, otuz katlı binanın içindeki yüz evden utanıyor. O yüz evin içindeki üç yüz insandan kaçıyor. Onların yüzüne oturmaktan korkuyor.
Aradığım bir his var. Bunu ancak eski ve beyaz bir sutyene sahip olanlar anlayabilir. Onların vücutları ancak kendilerine güzeldir. Saç diplerinden kahverengileri görünen sarı uçlu kızlar bilebilir.
Bu evlerin kapıları da beyazdır. Bu beyazlıkların arasından tahta kendini belli etmiştir. Kapı, dokunulduğu zaman kavruk ve sert bir eli andırır. Bu evlerin zilleri yamuktur, üstlerinde isim yazmaz. Kapıdan içeride soğuk betondan başkası yoktur. Bu duvarlar sesleri hem yansıtırlar hem de hafızalarında tutarlar. Eşyalar birbiriyle uyumlu olmaktan çok uzaktırlar, uyumsuzluk evin tek ortak noktası haline gelmiştir. Buralarda yaşayan kızlar, bir zamanlar irili ufaklı saksılarda çiçekler almışlardır. Ama onlar her terk edilmeden sonra büyük bir duygusal çöküşe girerler. Çiçeklerle ilgilenmezler. Onlar da çiçek gibidirler. İlgi gördükleri kadar yaşarlar…
Bu kadınların ve bu evlerin hiçbir zaman renkleri canlı bir fotoğrafı olmamıştır. Bu fotoğrafların üzerine renk ağartıcı dökülmüş gibidir, birkaç katı yok olmuştur renklerinin.
İşte benim aradığım his bu evlerin birinde yaşardı. Kolçakları kırık kanepelerden birine sinmişti. Bulaşık süngerinin çizdiği bardakların kenarlarında, yamulmuş çatallarda, boyası çıkmış tabaklarda, bağcığı eskimiş ayakkabılarda, danteli çıkmış perdeler ve kapağı kırılmış dolaplarda, cilası kalkmış ahşap döşemede, yamuk dökülmüş betonda, kenarı kırık fayansta, pencere boyası dökülmüş eşikte, dikişi sökülmüş kilimde, sigara külünün erittiği sandalyede, bıçağın çizdiği tezgâhta, yaşlı ev sahibinin çirkin muşambayla kapladığı raflarda ve tavandan sarkan kablolarda yaşardı. İşte bu saydıklarımın her birinde onu görürdünüz. Onu mutlulukla terk ettiğim zaman pencereden tülleri uçuşturarak atladığını hatırlıyorum. Gürültünün arasındaki sessizlik gibiydi o. Sesi çıkmazdı fakat çok kuvvetliydi. Derin ve genişti. “Geniş sağrılı kısraklar” gibi.

bitmedi.
z.

*bu arada bu yazı aslında bir şarkıydı. nakaratı kafamda dolandı, gerisini getiremedim. yazayım dedim... yazdım. siz de okudunuz, sağ olun var olun :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder