30 Ekim 2010 Cumartesi

Çağırmışım

Şimdi efendim,
Bundan yıllar önce başlayan bir serüvenmiş anladığım kadarıyla. Kadın mı sebep olmuş erkek mi bilemiyorum ama komşuların dediğine bakılırsa ikisi de önceden buna meyilliymiş. Meyil demişken sahi, meyil kelimesi nereden gelir acaba? Fransızcadan mı, Arapçadan mı yoksa Öztürkçe midir bilemeyeceğim. Aslında bunu o kadına da sorabiliriz çünkü ben bir defasında pencereden onları gözetlerken fark etmiştim, kadının evinde koca koca sözlükler duruyordu. Koca koca demişken, sahi, bu kadının kocası neredeydi bundan kimseciklerin haberi yoktu. Ama eve pek uğramadığı kesin. Kesin demişken, kadının evli olduğunu nereden bildiğimiz sorulursa cevabı çok basit. Kadının sol elinde bir altın yüzük takılı. Hani bu işi bir de elindeki yüzüğü takarken yapması da ilginç. İlginç demişken, geçenlerde bir dedikodu duydum. Ama her neyse size söylemeyeceğim çünkü bunlar pek iyiye alamet şeyler değil. Siz de şimdi kulaklarınızı böyle şeylerle doldurmayın.
Velhasıl, bu kadının evinde pişen yemekleri, açılan börekleri, sarılan sarmaları yiyen tek bir adam varken sayı ikiye çıkmış. Ama ilk adamın nerede olduğu meçhul. Meçhul demişken, adamın belki de faili meçhul bir cinayete kurban gittiği, cesedinin ise boğazdan Marmara’nın derinliklerine atıldığı söyleniyor. Bunu nereden biliyorlar hiç anlamadım doğrusu. Doğrusu demişken, şimdi doğrusu bu kadının da hakkını vermek lazım. Söylentilere göre takma bir isimle çeviri yapıyormuş. Takma ismini şimdi söylemeyeceğim size fakat ben o bahsi geçen adla çevrilmiş tüm kitaplara göz attım. Kimse eline alıp da bunun çevirmeni var demez. O denli güzel olmuş yani. Sanarsınız ki kadın bir yazar almış eline kalemi yazmış. Hangi dilden çevirmiş tahmin dahi edemezsiniz. O kitapları ne zaman okuyor da ne zaman çeviriyor bilmiyorum. Okumak demişken, bu kadının tahsili o denli yüksek filan değil. Liseden çıkmış, işi orda kesmiş. Yabancı dil hâkimiyeti hayli kuvvetliymiş. Artık nerelerde yaşamış, bu dilleri nasıl öğrenmiş bilinmez. Ama söylentiye göre beş dili şakıyarak konuşuyor, üç dili de çat pat anlıyormuş. Beş dil dediysek Türkçeyi saymadık. Onu da düşünün yani. Düşünün demişken, yolda görsem bu kadını koca poposundan, elindeki uyduruk kaydırık poşetlerden, saçının başının vaziyetinden zürefanın düşkünü sanarım. Ama düşkün filan değil ha, aman bunu iyi bilesiniz. Kadın yıllardır aynı evinde oturur, daha bir kişinin oraya yeni eşya çıkardığını görmüşlüğüm yoktur amma, söylentilere göre kadın gençlik yıllarında Avrupa’nın bazı şehirlerini ziyaret etmiş. Ama bu ziyaret olanağını ona kim sağlamış, eşi dostu mu, anası babası mı bilinmez. Yolda görseniz Avrupa görmüş demezsiniz ama, bunu unutmayın.
Saçları başları bir dağınık, elleri nasırlanmış, kim bilir ayakları nasıldır diye düşünür insan, giydiklerinin bir şeye benzer yanı yok, paçavranın önde gideni hepsi. Ama ne yaparsın kadının beyninde bir şeyler var herhalde. Allah da bir yerini eksik bırakmış bir yerine eklemiş anlaşılan. O sözlüklerin sebebini anlıyor insan. Yolda görsem tanırım o koca koca sözlükleri. Kaç cilt kim bilir. Acaba onları kendi mi taşıdı yoksa ailesinden mi kalmış insan merak ediyor. Tahsilini neden yarıda kesmiş herkes merak ediyor. Söylentilere göre kadın liseyi bitirince hamile kalmış, ondan. Hani bu kadının gevşekliği de bu zamandan geliyor, deniyor. Ben orasını burasını bilmem ama kadın iyi çevirmen. Zürefa çevirmen mi olur dersiniz, oluyor işte. Kimilerine göre parasının bir kısmını balkonda yakıyormuş. Çapraz apartmanın üçüncü katında oturan Safiye Hanım var, o bir keresinde görmüş. Öyle diyor. Artık yalan mı gerçek mi ben bilmem. Gerçek demişken, sahi bu kadının neden takma isimle çeviri yaptığı da merak konusu. Kimi der ki, onlar çeviri değil kendisi yazıyor üstüne üstlük bir de çevrilmiş gibi görünmesi için kitaba bir de çevirmen diye bir isim bastırıyor. Hani bunların sebebi o denli iyi çeviri yani siz düşünün. Hangi dilden çevirmiş bilemezsiniz, diyorum. Aklıma gelmişken, eğer bu kadın çevirmen değilse de zaten o sözlükler neden evinin raflarında dursun? Milletin ağzı torba değil ki büzesin… Büzmek demişken bu kadının yediği haltlar artık mahalleyi utandırır hale geldi. Af buyurun büzmek değildi o kelime. Çağrışım işte. Çağırmasan bile geliveriyorlar. Geliveriyorlar demişken, geçen gün yoğurt yapayım diye süt alacaktım, sütçünün gelmesiyle gitmesi bir oldu, bir tencere bile süt alamadan kayıplara karıştı gitti adam. Kayıplar demişken, bir yerde bu kadının takma ismine dair kayıplara baktım, hiçbir yerde zerre ipucuna rastlamadım. Hani bu ismin takma olduğu her halinden belli de… Duysanız gülersiniz. Ah, af buyurun kayıp değildi o kelime. Çağrışım işte. Çağırmasan bile geliveriyorlar. Geliveriyorlar demişken geçen gün yoğurt alacaktım, ay, yoğurt demişim, süt alacaktım yoğurt yapayım diye, sütçü mahallenin başından bir girdi, bizim eve gelene kadar oyalan babam oyalan, bekle bekle gelmedi adam. Artık neden bilinmez, evlere girdi girdi çıkmadı. Çıkmadı demişken, sahi bu kadın o koca poposuyla nasıl onca merdiveni çıkıyor şaşarım doğrusu. Artık imdat mı yapmış gençliğinde, hatta mı binmiş bilinmez. Af buyurun, imdat mı dedim? Hat mı demişim, elim dilim kör olmasın. Sahi elimin dilimin nasıl kör olacak bilinmez de, kör demişken, bu kadının evine gelen erkek körmüş öyle diyorlar. Ondan geceleri çıkıp gidermiş çoğu zamanlarda. Geceleyin sessizlikte iyi bulurmuş bu adamlar yollarını. Yol demişken, böylesi bir zekaya sahip insanın böyle yollu olması bir felaket. Artık ailesi buna nasıl katlanmış bilinmez. Katlanmış demişken, geçen gün balkonuma konan kuşlara yem vereyim dedim, döktüm önlerine ekmekleri ufaltıp ufaltıp, yemedi kanatları kırılasıcalar katlanıp uçtular. Ne yapayım ben şimdi o kadar ekmek ufağıyla bilinmez. Sahi katlanıp mı demişim? Çağrışım işte. Çağırmasan bile geliveriyorlar. Geliveriyorlar demişken, geçen gün evde süt yapacaktım, yoğurt alayım dedim yoğurtçu gelmedi. Hayır, adam neyine güveniyor, böyle zamanlarını aksatıyor bilmem. Aksatıp tıktırıyor geldi aklıma demişken…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder