20 Ekim 2009 Salı

nisan oteli-eskilerden...

Bu berbat otelde olmaktan mutluyum.

Çünkü bu ufak, biraz pis, ve biraz da yalnızlık dolu yerde kocaman bir bahçe, o kocaman bahçede çocukların hayatta ne az yeri olduğunu anlatan ufak bir çocuk parkı var.

Kıyafetlerin arasından sıyrılıp bu gizli-kutsal yeri buldum.

Çocukken bacaklarımı uzatıp kaydığım plastik oyuncağa uzandım ve bir anda bütün binalar silindi. Yalnız çevredeki ağaçlar, ağaçların baktığı yıldızlar, yıldızlara yükselen melodi. Çimenlerin gitgide denize dönüştüklerine, kenardaki bankların beni rahatsız etmenden yalnızlığımı alıp götüren insanlarla dolu olduğuna, üşümenin aksine içimi tatlı bir sıcaklık kapladığına şahit oldum.

O güzel anda hissettiklerimi anlatabileceğim kelimelere sahip bir dil varsa hemen öğrenmek isterim.

Tüm gerçeklikten sıyrılıp yalnızca geceden ibaret olduğunuz anlar oldu mu? İçinizde geceden başka bir şey kalmadığı, ama huzurla dolduğunuz dakikalar. Hiçbir şeyi önemsemediğiniz, büyük benlikten sıyrılıp insan olduğunuz?

Odama çıkıyorum. İçeriye girdiğimde odamın nasıl döşeli olduğunu unuttuğumu anlıyorum. Kapının sol tarafında berbat bir tuvalet, tuvaletin deliğinde bir kağıt rulosu, hemen üst çaprazındaki aynada diş macunu lekeleri, biraz aşağı bakınca kırmızı ve mavi düğmelerinin yeri yanlış olan musluk. Gözlerimi odadan çıkarıyorum. Tekrar kapıdan dosdoğru bakıyorum. İki tane tek kişilik krem rengi kaplamalı, parlak kumaşlı ve ahşap kenarlı koltuk (Ama o ikinci koyluk hiçbir zaman dolmadı ve nedense ben hep aynı koltuğa oturdum sanki diğerinde birisi varmış gibi). Onun hemen yan duvarına başı yaslanmış çift kişilik yatak, çarşafları beyaz, toplanmaya değer bulmadığım, bir önceki insanın kokusu sinmiş yastıklar; bu ait olunmayacak yere fazlaca ait olduğumu hissettiriyor. Yatağımdan uzaklaştırıyorum gözlerimi. Kapıdayım tekrar. Kapıdan dosdoğru bakıyorum. Başucu masasının birkaç karo ötesinde buzdolabı var. İçi boş sayılabilir. Biraz bira. Biraz süt.

Bu oteli seviyorum. Öyle kişiliksiz ki, artık bu binanın kişiliği bu. Parası ödenen kadının her şeyi yapabilmesi gibi. Bu yüzden para ödüyorum ve onu kiralıyorum, bir hayat mekanını hayatım için kiralıyorum. Yaşamak gibi, kalıcı olmamak burada öyle bariz ki.

Ev satın alan insanları anlayamıyorum. Ne zaman öleceklerini bilmeden, bir tabak yemek yemeyerek, biraz daha fazla tatmayarak tuğla ve çimentodan yapılı bir nesneye tüm paralarını yatırıyorlar. Bu dünyanın en aptalca ve en yaygın insan davranışı olsa gerek.

Aklıma sen geliyorsun. Ben olmadan, dünyanın üzerinde bir yerlerde neler yaptığını merak ediyorum. Sokakta yanında ben olmadan gökyüzünü izlemeni, tek başına karanlığa doğru şarkı söylemeni, benim dışımda bir şeyler düşünmeni, elinde tuttuğun bardağı kıskanıyorum.Üzerine giydiğin cekete düşen yağmur damlalarını, soluk alıp verirken çıkardığın nefesi elini tutarak hissedememekten; kalbimin çılgınca attığını hissediyorum.

Tek kişilik ikinci koltuğa oturmanı bekliyorum.

Bu sokakta bile değilsin.

Bu şehirde,

Bu bölgede,

Bu ülkede bile değil belki. Yalnızca bu dünya üzerinde herhangi bir yerdesin.

En azından senin hiçbir zaman sen olmaktan vazgeçmediğini bilmenin beni rahatlattığına inanabiliyor musun?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder