13 Haziran 2011 Pazartesi

Boşluklar

Gökte ay sapsarı yükselmiş, ancak parlama kudretini kendinde bulabilmişti. Kız, tıpkı ay gibi belki yapmaması gerektiği halde, zorluklara arkasını dönüp gitme cesaretini kendinde bulmuştu. Aya doğru yürüdü, üç ufak merdiven basamağını çıktı ve otobüsteki yerini aldı. Güneşle birlikte şehrine doğacaktı. Yine de tedbir olarak güneşi kendinden önce gönderecekti.
Yerine yerleşti, çantasını başının üzerindeki boşluğa yerleştirdi. Saçlarını topladı, toplarken eli büyük taşlı, bakır ve altın alaşımı küpelerine değip geçti.
Otobüs hareket etti, ay gözden kayboldu. Kız gözlerini kapatıp ufak bir uykuya daldı. Yolun sarsıntısı henüz yarım saattir kapalı olan beyaz göz kapaklarını açtı. Siyah kirpiklerini kırpıştırarak uyandı kız, uzun parmaklarıyla gözlerini ovuşturdu: yine çay ikramını kaçırmıştı. Otobüs yolculuğunun en nefret ettiği yanıydı bu çünkü sonrasında içmek için bir şeyler istemeye utanırdı. Yanında getirdiği yastığı cama yasladı ve kısa bacaklarını kıvırıp tekrar uykuya daldı. Biraz önce onu uyandıran sarsıntı şimdi onu rüyalar diyarına yollamıştı.
Kız gözlerini kapatıp başka bir gerçekliğe uyandı. Hasta anneannesinin yanı başında teyzesiyle oturuyorlardı. Kız, anneannesin sağlıklıyken hiç çıkarmadığı küpelerini alıp, bebekliğinden beri neredeyse hiç büyümemiş ufak kulaklarında takmıştı. Teyzesi, anneannesine sordu:
-Anne, taksın mı Zeren küpelerini?
Konuşmaktan aciz olsa da, torununa miras bıraktığı kahverengi gözlerini kırpıştırdı. Bu evet demekti.
-Ama babam almış ya sana bunları? Edirne’den hani? Hatırladın mı? Zeren’in olsun mu?
Kadın gözlerini yine kırpıştırdı.
Kırpışan gözler ve etraftaki diğer her şey duman oldu, kaybolup gitti. Kız kulağında küpelerle kalakaldı karanlığın içinde. Kendisini ana rahminde gibi hissediyordu, sanki tüm evren sıkışmış, kızı bir baloncuk içine almıştı, annesinin 21 yıl önceki rahmiydi. Spermlerin yumurtaya doğru yaptıkları yolculuğun meydana geldiği o boşluk. O kudretli kara boşluk…
Spermle yumurta birleşmeden önce, kız yoktu. Pembe, etli, kalın dudakları yoktu. Kara, yumuşak saçları, tüm havayı solumak istercesine iri iri açılmış burun delikleri; boşluktaydı. Hangi alemdeydi sahi bedeni? Gülmek için sık sık kullandığı yüz kasları?
O kara rahim dolduktan sonra yine boşalmıştı. Ancak bu kez dünya gezegenine bir can vermeye boşalmıştı. Zayıf, vaktinden önce doğuvermiş, küçük bir beden gelmişti. O küçük bedendeki hücreler kendilerini dört kat büyütecek, uzun kollar üretecek, heyecanlanınca hızla inip kalkan geniş bir göğsün ve dar kaçka kemiklerinin mimarı olacaklardı.
İşte kız, bir otobüs koltuğunda hoyratça kıvırıp uyuttuğu bedeni içindeyken, kendini attığı başka dünyaların gerçekliğinde, kendisini annesinin rahminde hissediyordu. Karalık, karanlık onu ısıtmış ve büyütmeye yeltenmişti sanki. Evrende var edilen her şey buradan çıkıyor olmalıydı. Bu boşluktan…
Kız rüyalar diyarında boşlukta savrulup uçarken, yine yoldaki asfaltın boşluklarına takılan tekerlekler onu sarstı ve uyandırdı. Gözlerini açtığında yanı başında otobüsün muavininin suratını gördü. Elinde metal eski termosla dikilmiş, ona yorgun ses tonuyla bir şeyler söylüyordu.
-Çay? Kahve?
Kız boğazını temizleyip cevap verdi:
-Çay alayım. Yok, şekersiz.
Yarım dolu bardağa uzandı. Başıyla teşekkür etti. Henüz ayılmamıştı, donuk gözlerle bardağı arasında tuttuğu parmaklarına, çıkmış pembe ojelerine baktı. Biraz sonra başının üzerindeki hoparlör, varış yerine yaklaşıldığını duyurdu.
Güneş doğmuştu. Tıpkı herkesten önce uyanıp kahvaltı hazırlayan annesine benziyordu.
***

1 yorum: