eğer bir şehirde kediler ürkekçe ağaçların, taşların, binaların arasına saklanıyorlarsa, o şehrin insanları aç demektir.
o şehirde insanlar kendileri aç olduğu halde kedileri besliyor, kediler ise ortaya çıktıklarında insanlara sıcak bir selam vermeyi ihmal etmiyor demektir.
işte bu şehirlerin birinde bir kadın vardı, bir sürü de kedi.
kadının topuklu ayakkabıları yamuk, eğri büğrü kaldırımlarda tıkırdıyordu. ojesiz tırnaklı ellerinde bayatlamış iki parça ekmek tutuyordu.
kilisenin caddeyle birleştiği köşeye vardı.
"pisi pisi!"
etrafına bakındı, dikkatlice bakındı. çünkü kedilerin patilerinin sessiz olduğunu bilirdi. kimse, daha doğrusu hiçbir şey gelmedi. çöplerden bir kıpırtı, ağaçlardan bir hışırtı yoktu.
kadın vazgeçmedi, şehrin sokaklarını yürümeye devam etti. yürüdü, bıkmadan etrafına bakındı ancak insandan başka can yoktu anlaşılan.
bacakları onu başka bir kilisenin önüne getirdi. yorulmuştu. hemen girişteki bankların birine oturup dizlerini ovuşturdu.
gözü hemen birkaç metre ötede dilenen küçük kıza takıldı.
yağmur başlamıştı ancak ikisi de oldukları yerden kıpırdamadılar.
kadın baktankalktı, ekmeklerin birini kıza uzattı. kız ekmeye baktı, baktı...
elini uzatıp ekmeği aldı. kendisinden en az elli yaş büyük bu kadının yüzüne, içindeki tüm nefrti boşalttı, ekmeği tüm gücüyle yere gömercesine fırlattı.
kadın kıpırdayamadı. ikisi de bayat ekmeğin biriken suda eriyip çirkinleşmesini seyrettiler.
bu şehirde insanlar açtı, kediler de. kadın da açtı.
o zaman neden kimse tek lokma yemiyordu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder