6 Ağustos 2012 Pazartesi

eski yazı

Her şeyden önce göz yaşları koştu, koştu bir şeyler yapmaya. Sihir kaybolmadan işini halletmeliydi. 5 yıl. Sabaha karşı en tatsız saatte uyanıp kana kana su içer gibi arıyordu. Sabırsızca beklerken tırnak etlerini yolar gibi. 2 tabak, mavi. Iki bardak. Yüreğinden söküp atmaya çalıştığı, o kadar yakındı ki kendisine, korkuyordu. Bir hikaye, yirmi altı sayfa. 

***

 Kalabalık sokaklardan yürümeye başladım, hızlı ve sabırsız adımlarla. Sigaramın filtresini içmeye çalıştığımı fark ettiğim anda içimi bir öfke bulutu kapladı, hınçla onu yere fırlattım. Kalabalıktan ayrıldım. Apartmanın önündeydim. Üç yıl boyunca. "demek burasıymış." "demek burada olacak olanlar." merdivenleri ikişerli adımlarla çıkmaya başladım. Altı numaranın kapısını çaldım. Kapıyı açan genç bir oğlandı. "Buyrun?" dedi. Derin bir ses tonu vardı, gözlüklerinin arkasından yeşil gözleri merak la parladı. Korkuyordu. Hiçbir şey söylemeden içeri girdim, kapıyı kapattım. Kalçamdaki silahlardan birinin şarjörünü boşaltıp, masanın üzerine koydum. Siyah, eski bir masa. "Su var mı?" "Sen kimsin, ne istiyorsun bizden?" kız içeriye koşup suyu getirdi. Yalaka.bu yaptığı beni o kadar sinirlendirmişti ki tabancamın kabzasıyla ağzını dağıtmak istedim. "Teşekkürler." "Merak etmeyin, biraz oturmaya geldim. Şöyle bir gezineyim." fotoğraflar. Mutfak tezgahında iki tabak. Iki mavi tabak. Iki mavi ikea tabağı. Zevkinize tüküreyim. Iki de bardak. Korku dolu çifte döndüm, gülümseyerek. "Ee, ne zamandır birliktesiniz? Seks hayatı nasıl? Tatile gidiyor musunuz? Kim yemek pişirdi bugün, bakayım, galiba oğlan pişirmiş. Oğlum, sevgiline hizmetçilik etmekten utanmıyor musun sen ne biçim adamsın?" çocuk hiçbir şey söylemeden suskunca sevgilisine baktı. Korkak. Ödlek. Midem öyle bir bulandı ki kusmak istedim. Evin içinde dolanmaya başladım. Ev, oğlanın ailesinin eviydi. Mobilyaların bir kısmının milattan önceden kalma olduğu belliydi. Ev temiz değil- diye düşündüm. Bu ikisinde de bu evi temizleyecek göt yok. Bu yüzden o götler bugün havaya uçacak. Oğlanın bilgisayarı açıktı, windows word dosyası, bir şeyler yazıyor. Bir hikaye olmalı. "hadi oku hikayeni bana." "kim? Ne hikayesi?" "gözün kör mü, şuradaki senin hikayen değil mi?" "evet. Bir kız hakkında. Bir gün evinde otururken penceresinde..." "e, anladık?" "henüz bitmedi." gözlüklerini düzeltip, gözlerinde biriken ter damlalarını sildi. "henüz bitmedi, pek yazamıyorum." "neden yazamıyorsun, yazacak şey mi yok bu dünyada? Amına koyduğumun dünyasını yaz yaz bitmez. Al, yaz, beni yaz istersen. Şurada karşına oturayım, istersen hareket de etmem. Sen bana bak bak yaz." söylediklerime diyecek bir şeyi yoktu. Boş konuşmalara karnım tok- bakışları içimde büyük bir öfke dalgası uyandırdı. Cebimdeki çakmağıma dokundum. Kıza döndüm, hınçla. Kısa saçlarından tutup onu balkondan aşağı savurabilirdim. odasında oturur kalın kitaplarını okurdu. Oturma odası loş ışıkla aydınlanmış, kendi çapında neşeli bir yerdi. Neşeli. Renkli, gitarlı, büyük bir halının çevresine dizilmiş neşeler. Boncuk taneleri gibi, mide bulandırıcı. "o yazar, sen de okursun herhalde." kız sıranın kendisinde olduğunu anlamıştı. "aman ne büyük bir uyum. Çok şanslısınız." Rafları dolanmaya başladım, kitaplar, kitaplar her yerde. Küçük prens. Le Petit Prince. "Sen mi aldın ona bunu? Çok şeker... Aman, sakın ola birbirinizi kaybetmeyin. Durun size bir dua edeyim. Gözlerinizi kapatın, hadi." kızla oğlan birbirlerine baktı. Gözlerini korku içinde kapattılar. açtıklarında evden çıkmıştım. Kapıyı çarptım, çıktım. Apartmanın ışığı söndü. Altı numaranın kapısına yumruğumun tersiyle, tüm gücümle vurdum. Aşağı indim, kapı zillerinde yazan adlarını söktüm. Apartmanın girişine tükürdüm. Içimdeki susayan varlık, hala doyamamıştı. Kalabalığa karıştım. Onlara yaptıklarının hiçbir anlamı olmadığını anlatmaya çalıştım kendimce ama olmadı. Onlara sinirlenmeye, onlarla dalga geçmeye çalıştım; olmadı. Kim bilir kaç zaman sonra kitaplarının üzerine kendi isimleri yazıp, kendi kitaplarını yine kendi ayrı kolilere doldurup başka yollara düşeceklerdi. Ama bununla her şeyin bitmeyeceğini fark ettikleri an, birbirlerini özleyeceklerdi. Her gün, her ay ve her yıl, benim yapmaya çalıştığım gibi her şeyi yakıp kül etmedikleri sürece, birbirlerinden bir şeyler bulup, eski zamanları beraberlerinde sürükleyeceklerdi.
 Bugün gece on iki'de varıyor. Onu hava alanından alacağım.
 Cebimdeki sigaramı yaktım. Kendimi de yakıp buhar olmak istedim kalabalığın içinde, kimse fark etmeden sessizce boşluğun içinde yutulan bir duman olmak istedim. Içim dinmedi, dinmedi. Ben buhar olmadım, kalabalıkta erimedim, öylece yürüdüm, kalabalığın içinde. Sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder